Fotoğrafçı etrafındakileri sizden
farklı görebilen kişidir. Dünyayı onun bakış açısıyla
görmenizi sağlar. Bakmak tekniktir, görmek ise kişisel bir
deneyimdir bu durumda.
Bir fotoğrafa bakıyorum. İki genç
kadın masada oturmuş çay içiyor. Masada yenilmiş keklerden
birkaç parça, bir saksıda çiçek. Arka duvarda flulukta
seçilebilen bir aile fotoğrafı var. Kıyafetlerden 1900'lerin ilk yarısı olduğu anlaşılıyor.
Peki ne görüyorum? Kadınlar o kadar
doğal bakıyorlar ki, ruhuma işliyor bakışları. Biri kitabına
dayamış kolunu siyah bir kurdele dolamış boynuna, ciddi ve aranızda bir mesafe koymanız gerektiğini söyler gibi. Diğeri masaya yayılmış adeta. Belli ki evin küçük kızı, diğerine göre
daha rahat tavırları. Gözlerimi onlardan ayıramıyorum, sanki bana da bir çay koyup anlatacaklar olan biteni.
Bir diğer fotoğrafta üç genç
erkeği yolda yürürken görüyoruz. Modern kıyafetlere
girmişler. Şapkalarını ve bastonlarını büyük bir gururla
taşıyorlar. Şık kırışıksız kıyafetleri belli ki önemli bir
yere gitmekte olduklarını gösteriyor. En arkadakinin ağzındaki
sigara asi tavrının bir ifadesi gibi. Zaten diğerlerinden bir
parça geride durarak ayrıklığını göstermek istemiş sanki.
Ortadaki gencin ise sol avucunun içinde bir şey varmış gibi.
Çözemiyorum ne olduğunu, fotoğraftaki odağım bir anda o avuç
içi oluyor. Cevabı bulamamak içimi kemiriyor. Kendimi rahatlatmak için “köstekli
bir saat olabilir” diyorum. Fotoğrafçı belki onları yollarından
alı koydu da “E hadi çek artık da partiye geç kalmayalım”
diye bakıyor saate. Ama hiçbir zaman emin olamayacağım bu yargıma.

Görmeyi çözebilmemiz için sadece
bakmakla yetinmemeli, diğer duyularımızı da harekete
geçirmeliyiz. Bazı fotoğraflarımız bizi geçmişe götürür, anılarımızı canlandırır.
Bir ayçiçeği tarlasındaki fotoğrafıma bakarken o anılar bir
anda yüzüme çarpar. Toprağın kokusu, rüzgarın yaprakları hışırdatması, ayçiçeğini koparmak istemem ama gücümün yetmemesi, tüm kare önümde yaşanmaktadır.
Fotoğraf beynimizin zamanda geri
gitmesi için sinyaller yollar. Bu sinyalleri çözebilirsek o anı
tekrar yaşarız. Ya da başkasının o anına ortak oluruz. Nasıl
bazı müzik parçaları bizi o şarkıyı ilk duyduğumuz zamana
götürüyorsa, fotoğraf da bizi zamanın durdurduğu bir yolculuğa
çıkarır.
Fotoğraf sergilerinde ve müzelerde de
bu zamansızlık hissini yaşar, fotoğrafa bakarken fotoğrafçının
gözünden bir yolculuğa çıkarım. Artık onun gözleri bana
hizmet eder. Onun rehberliğinde dolaşırım. Kişisel deneyimlerini
paylaşırım...
Balkondan bakıyorum. Aşağıda babam
kornaya basıyor. Beyaz bir Murat 131'in içinde. Araba almış, ilk
arabamız mı? Annemin kırmızı vosvos'unu hatırlamak için çok
daha fazla geri gitmem lazım ama bu kare o kadar canlı ki.
Heyecanımı dizginleyemiyorum. Daha sonra o arabaya binip
Bakırköy'de ufak bir tur attırmış olmalı bana ama tek
hatırladığım o kare... Ben balkondan yola bakıyorum ve babam
kornaya basarken gülüyor arabanın içinde.
Görsel hafızam da fotoğraf
kareleriyle benle iletişim kuruyor. Geçmişle ilgili bir anımı
hatırlamak istediğimde o an beni vuran bir fotoğraf gibi geliyor
önüme. Onu hareket ettiremiyorum ama onun üzerinden olayları
hatırlıyorum. Net olan yine de sadece o an, gerisi gri bir sis içine gizlenmiş tahmin etmemi bekliyor.
Bakıyorum... Ama göremiyorum...
Dip Not: Buradan August Sander'in diğer fotoğraflarına da bakabilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme